Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Mart 2014 Cumartesi

NİHİLİZMİN ANLAMI, KIRMIZI TUBORG VE FUZULİ

Önlerinde geniş bir boşluk, içlerinde derin bir sıkıntı, tepelerinde sikik bir güneş ve ceplerinde üç kırmızı tuborg biraz da leblebi parası vardı. Bırakın gülmeyi, gülümsemek için bile hiçbir neden yoktu. İşte buna gülünür dedi adam içinden. Susuldu hayli. Sonra sessizlikten korkan kadın mırıldandı.

"Seçimler de yaklaştı", dedi.

Adam bir şey söylemedi. Sessizce onayladı kafasıyla. Sonra sordu kadın;

"Solcu musun sen?"
"Yok. Nihilistim ben."
"O ne?"
"Hiç!"

Adamın o an en büyük meselesi saat on olmadan tekel bayiine kimin gideceği idi. Nihilizm üşenmektir diye başlayan bir tirad savursam kadını etkileyip bira almaya gönderebilir miyim diye düşündü önce, sonra ona da üşendi.

"Saat de geç oldu" dedi, mırılıtı raconunu bozmayarak.

Kadın kalkıp gitmesi gerektiğini anladı. Anlamamış gibi yaptı. Adam da kadının anlayıp da anlamamış gibi yaptığını anladı. Canı iyice sıkıldı. İstemeden de olsa, tekrar bozdu sessizliği.

"Nihilizm nedir biliyor musun? Geri zekalının biri zamanında Hiççilik diye çevirmiş Türkçeye ama saçmalamış. Nihilizm, saçmalık demektir. Anlamsızlık demektir nihilizm. Hayatın, senin kadar, benim kadar, bu park kadar, seçimler kadar, evren kadar saçma ve anlamsız olmasıdır!"

Kadın yine bir şey söylemedi. Adam da nasıl bu kadar uzun cümle kurdum diye şaşırarak usulca doğruldu yerinden ve tekel bayiine doğru yürümeye başladı. Biraları aldı. Ama canı kadının yanına dönmek istemedi. "Dönmek saçmalıktır", dedi kendisini bile şaşırtacak kadar yüksek bir sesle. Hızlı adımlarla su boyuna yöneldi. Suya yaklaşınca yavaşladı. Birasından geniş bir yudum aldı. Şarkı söylemek istedi. Dilinin ucuna gelen bütün şarkılar saçma geldi. Yıldızlar git gide yaklaşıyordu sanki. Kadın çoktan dönmüş olmalıydı evine. İkinci birayı açarken, "ne saçma" dedi adam, bu kez neyi kastettiğini bilmeden. Sonra Fuzuli'nin beyiti geldi aklına. Galiba duruma uygun olan ve saçma olmayan tek şey o iki sihirli cümleydi..

"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı"

HURUC ALESSULTAN

Yakasına kırmızı karanfil taksın devlet, tanınsın
İç ve dış temsilciliklerde havaya iki el ateş açılsın
Çam ağaçlarının altında zabıtayla polis öpüşsün
Suç işleyen kedileri idare edin bu bahar
Beni ve söylediklerimi derhal aklınızdan çıkarın
Tek bir vasiyetim var size kavgada ve esenlikte
Anneme iyi bakın

O böyle olsun istemezdi ben böyle olsun istemezdim
Siz böyle olsun istemezdiniz geçiniz bunları geçiniz
Uyarmıştınız bizi biliyorum geçiniz efendim geçiniz
Çıkınımda bol nasihat, yüklendim gidiyorum
Kullanılmış bir gök bırakıyorum size ve çarkı bozuk bir zippo
'Huruc alessultan' diye sokaklarda bağırmayın

Yağmurun tadını çıkarın atların ve mazot fiyatlarının
Hergün en az iki saat televizyonunuzu açık bırakın
-Çocuk onbeşinde öldü, yaşasın demokrasi!-
Anlayanlar anlamayanlara anlatsın gitmek ne demek!
Anlamıyorlarsa da bırakın, kendinizi yormayın

Aleladelik çağı bu masumiyetten bir sonra
Çağ açıldı çağ kapandı oturun buna ağlayın
Anlamak ağrıyı artırır bunu öğrendim giderayak
Ben kurtuluyorum valla siz kendi derdinize yanın..

SESİM KIRIK SAÇ TELİ

Konuştukça uzaklaşıyorum gün be gün çocukluğumdan
Susmak günümü ağartıyor, sesim kırık saç teli
Bir üzünçlük mesafe var ikimizin arasında
Arkamızda aydınlanma, hümanizm, kentsoylular
Bilincimin altını bir ellesen korkarsın
Orada saklı evimiz ve adını bilmediğim çocuklar
Muhatapsız bir vahiy şehrin üstünde asılı
Tanrı umudunu kesmiş bizden, ben sesimin derdindeyim
Konuşsam olmaz şimdi çocukluğum bu gece lazım
Oyuncaklarımla geleceğim sana sesim hiç çıkmayacak
İliştir beni köşene, yatağının sağ yanına
Kıpırtısız dururum bir süre, yanında kıpırdanır mı hiç?
Önümüzde hürriyet, harita, nane likörü
Ve 'Dönmeyeceğimiz bir yer beğen, başka türlüsü güç..'

16 Mart 2014 Pazar

Tesirsiz Parçalar 257..

257.

Bir deniz kenarı düşlüyorum. Sakin, kıpırtısız ve huzurlu. Yönüm güneşe dönük. İnsanın Azrail bile gelse gülümseyerek karşılayabileceği kadar güzel her şey. Sonra birdenbire iri kara bir sinek biçimsiz vızıltısıyla önce kafamın üzerinde pike yapıyor, sonra da terli göbeğimin ortasına konuyor. Kovuyorum elime. Üşengeç in kalklardan başka bir işe yaramıyor bu hamle. Göbeğimden bacaklarıma, bacaklarımdan enseme, ensemden tekrar göbeğime... Kararlı hareketlerle kovmak değil öldürmek üzere hamle yapmaya başlıyorum bu kez. Beceremiyorum. O an fark ediyorum. İğrenç şekilde terliyim. Ve yalnızım. Sonra insan artığı pet şişeleri fark ediyorum. Plajın biçimsiz taşlarına takılıyor sonra gözüm. Deminden beri huzurla baktığım güneş cehennem zebanisi gibi görünmeye başlıyor artık. Amına kodumun sineği duruyor hala yerinde. Mücadele etmekten vazgeçtim. Sadece kalkmak istiyorum... Odama gitmek istiyorum...

Öyle işte... Ne zaman güzel bir şey düşlemeye kalksam saçma bir sinek musallat oluyor düşümün göbeğine. Kendi kafamda yarattığım sinekle bile mücadele edemiyorum. Hayal kırıklıkları, delirten özlemeler, üşenmeler ve can sıkıntısı ve can sıkıntısı ve hiç azalmayan can sıkıntısı. Hepsinin obsesif karşılığı sinek oluyor bende. Kafka'nın böceği varsa benim de sineğim var lan diyorum kendi kendime. Sebep olanların gözü kör olsun!

11 Mart 2014 Salı

ON DAKİKA

On dakikadır kafamda uçsuz bucaksız bir yeşil
Ve kesileceğinden habersiz yeşilliklere gömülüp
Sakin sakin otlayan bir kuzunun huzuru
Hayat ne tuhaf allahım nelere özeniyor insan
Az önce oturup saydım tam altı yerim ağrıyor
Atıl bir ardiye çöpü gazı kaçmış kutu kola
Aptallığın sınırı yok nelere benzetiyor kendini insan
Kahvelere girip çıktım parkların etrafından dolaştım
Gülümser gibi oldum bir ara her şeye yeniden başladım
On dakika...

On dakika geçti sonra kafamın içi komple gri
Ateşe verdim kuzuyu otları ve kahveleri
Bir çokken bir hiç aslında her şey nasıl da karışık
Bir daha kontrol ettim ağrılar yerinde duruyor
Ben yerimde duruyorum hep o hep yerinde duruyor
Parkları boş verdim tamam kahveleri boş verdim
Onu bir görsem yeminle bütün ağrılarım geçecek
Burada veya orada bir görsem onu allahım
On dakika...

Tesirsiz Parçalar 256..

256.
Kapitalizmin vicdan temizleme araçları yardım konserleri, sms'ler ve makarnadır. U2 yardım konseri düzenler. Geliriyle Ruanda'daki açlara yardım edilecektir. Kapitalizmin modern insanı büyük bir coşkuyla konsere gider, yüz sterlin verip bilet alır ve görevini yapmış olmanın huzuruyla evine döner. Grubun solisti Bono'nun aynı akşam başbakan Cameron'u yatında ağırladığını, beraber yemek yediklerini ve Ruanda'daki iç savaşın sorumlularından birinin Cameron olduğunu bilmez. Suriye'den onbinlerce mülteci sığınır ülkesine modern insanın. Ve alicenap halkımız makarna seansları düzenleyip ayni yardım toplayarak vicdanına mastürbasyon yaptırır. Aynı makarna bazen oya da tahvil edilebilir lakin o başka bir yazının konusu. Bazen de Somali'deki aç çocuk görüntülerinin fluluğunda şöyle bir mesaj görülür. Yardım yaz boşluk bırak ebesinin .mına gönder ve beş tl. lik bağışta bulun. Hemen telefonlar kınından çekilir, sms atılır ve sorumluluğu yerine getirmenin vakur tavrıyla başlar yastığa konulur..

Bazen şehrin en yüksek binasının tepesine çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sizin uygarlığınızın da sisteminizin de şefkatinizin de .mına koyayim diye. Ama yapamıyorum. Yükseklik fobim var anasını satayım neyleyim!

5 Mart 2014 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 255..

255.

Usandım artık bahaneler üretmeye çalışmaktan. Kimsenin kimseye soru sormadığı bir yer var mı diyorum. Varsa öyle bir yer oraya götürür müsün beni? Fısıldayarak, mucizelere inanır mısın diye soruyor. Ama ben sorulardan bıktım diyemiyorum. İnandığımı söylüyorum. Zaten inandığımı da biliyor. Ben inanmıyorum diyor. Ya beni de inandır, ya da sen de inanma artık. Öyle bir gücüm yok. Bunu da biliyor. Bir şey söylemiyorum. Çünkü ne söylesem nurtopu gibi bir soru daha doğuracağız. Bir bahaneyle evden çıkıp Odunpazarı'ndaki çay ocağına gitmek istiyorum. Yaşlı bir amca var orada, oralet istiyorum diyorsun hiç konuşmadan ve soru sormadan getiriveriyor oraleti. Kalbimdeki kimsenin kimseye soru sormadığı ülkeye başbakan olarak atamak istiyorum o amcayı. Bu fikir içimi biraz ferahlatıyor. Mucizelere de inanıyorum seni de seviyorum diyorum. Sonra beraber susuyoruz bir süre. Huzurlu bir suskunluk bu. Yağmur sonrası toprak kokusu gibi, uyku öncesi öncesi anne öpücüğü gibi. Artık neredeyse unuttuğumuz, ama her hatırladığımızda içimizi aydınlatan eski ve güzel bir anı gibi..

ÇOK KONUŞMA!

Çevremdeki herşeyin sıradanlaşmaya başladığını fark ettiğimde büyüdüğümü anladım. Çocukken her şey farklı gelirdi bana. Ota, boka, çiçeğe, uçağa, babamın çakmağına, kerpiç evimizin toprak damına... Her şeye şaşırır, hayretle bakar, bitmeyen sorularla etrafımda kim varsa bunaltırdım. Allah babamdan da mı büyük diye sormuştum bir keresinde dayıma, sanıyorum dört ya da beş yaşındaydım. Düşünün artık manyaklığımın boyutunu. O gün öyle asıldı ki Halil dayım kulaklarıma, acıyla birlikte bir şeyi çok iyi öğrendim. Her soru, her yerde, herkese sorulmaz. Daha az soru sormaya başladım o andan sonra, ama merakım ve şaşkınlığım hiç azalmadı. Okul girince hayatıma, sorularımın muhatabını buldum diye sevindim çocuk aklıma. Her şeyi bildiğini zannettiğim bir öğretmenim vardı artık. Ama ikinci haftada o da elimde patladı. Onun istediği soru soran değil, konuşmayıp tahtadaki aptal çizgileri sessizce defterine geçiren aptal bir maruldu. İstediğini verdim ben de, mecbur kalmadıkça sınıfta ağzımı bile açmamaya çalıştım. Düzen kurtuldu, tehlikeli sorularımla öğretmenimin ve sınıf arkadaşlarımın zamanını çalmam engellendi. Yaşasın eğitim..

Sonra başka okullarda, başka şehirlerde hep aynı şeyi yaşadım. Boyum biraz uzadı, biraz kilo aldım ve hep şu lafı duydum. Çok konuşma. Çok soru sorma! Ve ilahi tecelliye bakın ki, hayat başka bir bok olamayacağıma karar verip beni de öğretmen yaptı sonunda. Sırf bunun için bile oturup ağlasam yeridir. Bütün eğitim hayatın boyunca okuldan nefret et, sonra kalk öğretmen ol. Neyse, o sonraki mevzu. Üniversite mezunu bir öğretmen olarak kısa dönem yaptığım askerlikte bile sorularım yüzünden dayak yemeyi becerebildim. Üç bin kişinin ortasında, Tümgeneral N. Çakır, neden sabah beşte kalkıyoruz diye kendi kendime mırıldandığımı duyup, tekme tokat girişti bana. Koskoca general lan! Ben olsam allahın onbaşısıyla muhatap bile olmam. Ama o oldu. Ağzımı burnumu dağıttı resmen..

Şimdi insanlar bana soruyor ara sıra. Neden bu kadar pisliğe, haksızlığıa, yolsuzluğa şaşırmıyorsun, sorgulamıyorsun diye. Şaşırmam kardeşim, soru da sormam, sorgulamam da. Dayımdan, babamdan, öğretmenlerimden, komutanımdan, polisten ittifakla aynı şeyi duydum ben. Çok konuşma, çok soru sorma! Peki dayıcığım, peki öğretmenim, peki komutanım. Susarım ben de. Kitaplarımı okur, oyuncaklarımla oynar, olup biten her şeye içimden şaşırır ve dışımdan da derim ki. Bana ne ulan ne bok yiyorsa yesin herkes!