Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar - 280

280.

Tamamen kafayı yemediysem eğer, yağmurdan...

Küçükken, deli olurdum yağmur yağdığı zaman. Hemen kendimi dışarı atıp, damlaların altında salak salak dolaşmak en büyük eğlencemdi. Ama annem neredeyse hiç izin vermezdi buna. O zamanlar çamaşır makinemiz yoktu ve annem için benim dışarı çıkmam ekstra ıslak ve çamurlu kıyafetler demekti. Gökgürültüsünü her duyduğumda Pavlov'un iti gibi koşullanır, kudurmuş bir şartlı refleksle bir cama koşar bir anneme yalvarırdım. Sonuçta izin alamayınca da camın önüne tüneyip boynumu büker, ağlamaklı gözlerle dinene kadar yağmuru seyrederdim... Neydi beni her yağmurda büyüleyerek dışarı çeken? Hiç bilmiyorum...

Yıllar geçti. Hayli büyüdüm. Çamaşır makinemiz var artık. Annem de karışmıyor hiç. Ve ben o günlerin esaretine inat ne zaman duysam gök gürlemesini ya da su sesini hemen atıyorum kendimi dışarı. Nerede olursam olayım. Saat kaç olursa olsun. Hele ciddi bir yağmursa yağan. En geniş su birikintilerine sıçrayarak atlıyor, ayakkabılarım su dolana kadar bu oyundan hiç vazgeçmiyorum. Bir tür intikam hissi mi acaba bu? Kimbilir...

Aradığım bir şey var yağmurda kesin. Ne olduğunu hala bilmediğim bir şey. Ama var. Bazen yağmur bana bütün sorunları çözecekmiş gibi geliyor. Yağmur altında yapılacak tek bir konuşma bütün yanlış anlamaları ortadan kaldıracak gibi geliyor bazen. Mecburiyetler, imkansızlıklar, kızgınlıklar... Yağmur değince üzerlerine hepsi, hepsi halledilebilecek gibi geliyor. O yüzden de bir umut diyerek belki de, yağan hiçbir yağmurun bensiz yağmasına tahammül edemiyorum...

Az önce başladı yağmur...

TEK GECEDE, BİR BANKTA YAVAŞ YAVAŞ DELİRMEK



Yavaşça kanepeden kalkıp halıya oturdu. Sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı, peşinden de yavaş yavaş ağlamaya. Küfürler ve kontrolsüz el hareketleri birbirini takip etti. Yavaşça sarılmak istedim ona. Yavaşça itti beni. Yavaş bir sinir krizi geçirmeye başlamıştı. Her şey çok yavaşlamış, zaman durma noktasına gelmişti. O an, o geçmeyen korkunç an banyoya gidip kendimi öldürmek istedim. Yapamayacağımı anlayınca da onu öfkesiyle başbaşa bırakıp yavaşça doğruldum, yavaş yavaş kapıya doğru gittim, usulca kapıyı açıp, dışarı çıkıp, sertçe kapatarak kendimi sokağa attım.

İnsanlar ve araçlar hızla geçiyordu her iki yanımdan. Yan yana yürüyen çiftler, hızlıca birbirlerine bir şeyler anlatıp telaşla bir yere yetişmeye çalışır gibiydiler. Herkesin ve her şeyin işi vardı da sanki, bir ben yakalanıp kovaya atılmış aptal bir balık gibi panik ve umutsuzluk içinde sağa sola bakıp duruyordum. Geri dönmek istedim bir an. Cesaret edemedim. Yavaş adımlarla geçidin oraya kadar geldim...

Hızlı tren geçti sonra önümden. Son vagonu da kaybolunca gözden, adımlarımı sıklaştırdım. Daha da hızlandım sonra. Hızlandım hızlandım hızlandım ve koşmaya başladım. Kafayı yemiş bir Amok koşucusu gibi bir taraftan ağlıyor bir taraftan da şuursuzca koşuyordum. Cengiz Topel Caddesi boyunca, omuz attığım insanlara bir kez bile dönüp bakmadan koştum. Köprüden sağa dönüp Şair Fuzuli Caddesine, onun bitiminde sola kıvrılıp Atatürk Caddesine daldım. Stadyum civarına geldiğimde kesildi nefesim. Bankların yanındaki çimlere attıp kendimi kahkahalarla gülmeye başladım. Şehrin yarısına rezil olmuştum ama umurumda bile değildi. Bir taraftan körük gibi inip kalkan göğsümü elimle bastırmaya çalışıyor, diğer yandan da kahkahalarla gülüyordum...

Bir süre sonra etrafımdaki her şey ağırlaşmaya başladı. Araçlar, insanlar ve köpekler yavaşça ve amaçsızca hareket ediyor gibi oldular. O an, sanki benden başka hiç kimsenin işi yoktu. Geri dönmeliydim. Her ne yaşıyorsak beraber yaşamalı, neyin krizini geçiriyorsak beraber geçirmeli, o gece öleceksek eğer birbirimizi öldürmeliydik. Yapılacak tek doğru şey buydu ve bütün kainat benden bunu bekler gibiydi!

Tabi ben buna cesaret edemedim. Bütün korkaklar gibi! Karşıdaki tekel bayiine gidip beş kırmızı tuborg istedim. Saat on'u çoktan geçmişti. Yine de soru sormadan verdi biraları bayici. Nasıl görünüyorduysam artık o an?

Biraları içtikçe biraz sakinleşir gibi oldum. Alkol rehaveti! Onu, kendimi, zamanı falan düşünüp oyalandım bir süre. Cesaretim tamamen kırılmıştı. Mümkünü yok dönemezdim artık geri...

Bir ara başka her şeyden sıyrılıp zamanı düşünmeye başladım. Topu topu bir kaç saat içinde cinneti, deliliği, ağlamayı, gülmeyi, rezilliği, öfkeyi, çaresizliği ve şimdi aklıma gelmeyen bilumum duyguyu yaşamıştım. Ama o an, o bankta, elimde bira kutusuyla otururken, sanki az önce bunları yaşayan ben değilmişim de bir başkasıymış gibi, oturmuş olup biteni kronolojik sıraya dizmeye çalışıyordum... Komik buldum bir an. Gülmeye başladım yine. Bir önceki gibi değildi ama. Yavaş yavaş. Gülümser gibi. Ve biraz sesli...

İnsanlar ve araçlar iyice seyrelmiş, her şey her zamanki ritmine kavuşmuştu sanki. İyi miydim o an? Değildim. Kötü? Tam olarak öyle de değildim. Sanırım, tıpkı Saffet Semerci gibi ben de o gece, o bankta yavaş yavaş delirdim. O akşam şunu öğrendim. Biraz acı üzer, çok acı çok üzer, katlanılamayacak kadar büyük acı ise delirtir... Bazen tek gecede, bir bankta, yavaş yavaş delirtir...

KORKUNÇ SARI BİR REQUEM



Vurun şimdi kafanızı duvar bulabilirseniz
Size söylüyorum evet, zamanında dinlemediniz
Korkunç sarı bir şakayı gerçek sandınız eyvah!

Görmediniz
Gelişmiş savunma mekanizmaları vardı onların
Onlar
Köpeklerini gezdirmek dışında hiç parka gitmeyenler
Gözyaşlarınızı sildikleri yerde size tiksinerek bakıp
Aynı cümlede sizi sevip aynı cümlede nefret ederler
İnanın...

Anlatmasaydınız anlattıklarınızı!
-Bilemedik, bilemedik
Ne vardı insan içine çıkacak?
-Bilemedik ah! Bilemedik
Kirli sarıydı her şey, nasıl fark etmediniz?
-Gözlerimizi almıştı ışık, hiçbir şey göremedik...

Şimdi sırtınıza alıp dolaştırın acınızı
Koparıldığınız mağaranıza dönün bakalım kolaysa
Yarı evcil kedi gibi biraz yabani biraz munis
Sokun bakalım şimdi bedeninizi bir kuytuya!

-Eşya uyarmıştı bizi dinlemeliydik dinlemedik
Kedi uyarmıştı bizi nevresim uyarmıştı
İlerleyen saat uyarmıştı
Korkularımız uyarmıştı dinlemeliydik dinlemedik...

Artık çam diplerine bakıp bakıp ağlarsınız
Silik sarı bir gölge çıkmaz rüyalarınızdan
Nereye gitseniz peşinizden gelir utanç ve ah!
Dinlemeliydiniz, dinlemeliydiniz!

Alın bu ağrıyı şimdi koltuk altınızda saklayın
Terledikçe içiniz yansın siz buna layıksınız
Uçuk sarı bir yalanı gerçek sandınız işte
Susun efendim susun, siz buna müstehaksınız!

ALKOL ÖNCESİ KİŞİSEL DEĞERLENDİRME TOPLANTI TUTANAĞI - 1



Herhangi bir şeyin var olmadığına kendimi inandırırsam, o şey benim için var olmaktan çıkar. Bu şey bir insan, nesne, durum ya da olay olabilir. Demek ki varlığın var olup olmaması meselesi, özünde bir ikna meselesinden başka bir şey değil. Tanrının var olmadığından emin olan bir ateistin durumunu düşünün. Onun için tanrı artık ontolojik değil soyut-sosyolojik bir mevzu haline gelmiştir...

Buradan hareketle kendimi, kendimin bir gerçek varlık olarak var olmadığına ikna edebilirsem, kendim için gittikçe şeffaflaşan, soyut ve bedensel varoluş baskısından kurtulmuş yeni bir form belirleyebilirim. Tabi bunu belirleyen ben olduğum için "belirleyen bir 'ben' olarak benim varlığım" bir paradoks nedeni gibi algılanabilir. Fakat o benim 'ben' olduğumu da reddederek artı ve eksi iki beni birbiriyle nötrleyip, kendimle kurduğum maddi-ontolojik ilişkiyi, önce metafizik, sonra da nihilist bir ilişki haline getirebilirim.

Özetle ben, benim aslında ben olmadığıma ikna olabilirsem, aslında hiç varolmamış olup, kendimle ve her şeyle uğraşıp durmaktan kurtulabilirim...

Tesirsiz Parçalar 276-279

276.
-Bir insanı gerçekten tanımanın tek yolu, sarhoşken ata bindirip zorla kitap okutmaya çalışırken kafasına silah dayayıp konuşmasını istemektir. Tabi uçan bir ata. Pegasus gibi!
-Ama bu imkansız.
-Evet. Onu diyorum ben de. Bu imkansız..."

"Arthur Schopenhauer Aslında Fena Adam Degildi"

 277.
Sevdikleriyle sınanır insan. Yaşarken. Ve biriktirdikleriyle dağlanacak. Ölünce...

278.
Ben içimdeki karayı silme telaşındayım
Sen gönlünün pembesine kat çekme derdindesin...

279.
Başka zamanlar neyse de
Bari yağmur yağarken yanında olsam...

23 Mayıs 2014 Cuma

NAZLI MELEK


Serin ve sakin bir akşam üstü... Etrafta her ne varsa, olması gereken yerde, ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor. Amaçsız insanlar amaçsızca yürüyor, dolu kül tablası boşaltılmayı bekliyor, bozuk dekorasyon daktilosu bozuk bozuk, pervanesi kırık deniz feneri biblosu kırık kırık, garson uslu uslu, ben salak salak durmamız gereken şekilde duruyoruz bulunduğumuz yerde. Ve ben seni çok seviyorum...

Sait Faik şey diyordu; "Yazmasaydım çıldıracaktım." Emrah Serbes ise "Yaza yaza çıldırdım" diyor. Benimse, afedersin ama sikimde bile değil. Delirerek doğdum ben galiba. Sana kadar... İyi olacaksam eğer bir gün, sen iyi edersin beni. Gerisi... Gerisini siktir et be kuzum...

Annem dün biraz kızdı bana. Yüzünü gören cennetlik dedi. Yazık... "Anne" diyesim geldi, "benim kendime hayrım yok şu ara, sıkılmaktan halıya katranlar dökecek yüzümü görüp de ne yapacaksın?" diyemedim. "Akşam gelirim, konuşuruz" diyebildim...

Akşam oldu. Gitmedim eve...
Son zamanlarda sık sık bir kuş görüyorum rüyamda. Kocaman kanatları olan bir kuş. Konuşabilen ama hiç konuşmayan bir kuş. Bir müddet süzüyoruz birbirimizi, sonra usulca eğilip sırtına alıyor beni. Evinizin kapısına kadar uçuruyor beni sırtında. Sonra inip zile basıyorum. Kimse açmıyor kapıyı. Israrla basıyorum. Açmıyor kimse. Geri döneceğim çaresiz. Etrafa bakıyorum. Kuş yok. Trenle dönüyorum mecburen. Çok gördüm bak bu rüyayı. Belki altı yedi oldu. Bari trenin makinisti olsan. Özlüyorum çok...

Hastaneden çıktım az evvel. Gürkan Abimin işi varmış eve gitti. Caner'i aramadım, galiba sıkıldı artık benden. Veysel zaten sallamaz. E sen de yoksun. Rakı var. Sıkıntı da. Ve özlemek. Ve bitsin. Ve gel...

HI HI

'Sükut etme Nazlı yar beni benden edersin'
Aramıza tramvaylar girer hint kenevirleri cuma selaları
Bu eller öpülmez diye kimse öldürülmez amenna
Sen istersen ölüyü bile cana getirirsin acil


-Bütün kara parçaları bana girsin, afrika kıtası dahil..



Sen beni sevdin diye akvaryumlar dile gelir
Pilaki veririm lepistese dünyası başına yıkılır
Sevgilim, seni göremeyince içimin vidaları gevşer
Yani ya ben seni görürüm ya da secde eder tüm kafirler


-Siktir et kara parçalarını, sana bir şey olmasın..

KADER DEĞİL PRENSİP

Bence bütün bu başımıza gelenler
Kader değil prensip yani bence
Mesela ben şimdi rakı içiyorum bahçede
Ve sanırım gel desem gelmezsin
İhtimal ki sinir krizi geçiriyorsun bir yerlerde
Ne yani şimdi bu kader mi allah aşkına?
Kader değil prensip deve inadı var her ikimizde
Ben seni seviyorum ve yalnız rakı içiyorum, niye?
Sen beni seviyorsun ve buna rağmen
Sinir krizi geçiriyorsun bir yerlerde
Niye?
Kader deme n'olur bana kader değil prensip bu
Kader değil prensip tüm bu başımıza gelenler
Şimdi kalk gel desem sana gelmezsin biliyorum
Prensiplerin var senin dirayetlisin biliyorum
Biraz daha içersem prensibin kaderim olur
Olsun sevdiğim ben seni gelmesen de seviyorum..

KÖTÜLÜĞÜM PAÇALARIMDAN AKIYOR

Üstümüze geliyorlar
Dört bir yandan geliyorlar
Yağmur hepsini delirtmiş
Gülümseyerek geliyorlar
Öfkeleri yedeklerinde

Unutma e mi kalbim
Sen kötüsün onlar iyi
Delirdiklerine bakma
İyi iyi hepsi iyi

Yağmur kafayı yedi
Yağmur kafayı yedi
Yağmur kafayı yedi
İyi iyi yağmur iyi

Durup durup bağırıyorlar
Ama iyiliklerinden
Öfkeyle bağırıyorlar
İyiler ama iyiler
Tepelerinde yağmur

Küfrediyorlar durmadan
Kötülük yok içlerinde
Dinlemiyorlar dinlemezler
Virgüle bile tahammül yok
Dinlemediler vakitleri yok
İyiliğimiz için ama

Anladın değil mi kalbim
Biz kötüyüz onlar iyi
Kedileri kitapları
Cilaladıkları hınçları
Ölmemizi istiyorlar
Sorsan, 'yok canım olur mu?'
Ölmemizi istiyorlar
Tabi iyiliğimiz için

Ben şimdi nereye gideyim
Kime satayım bu utancı
Kalbim, defol git!

Harç biter işçiler dağılır
İyi iyi gayet iyi
Giderim diyen gider
İyi
Git derler giderim
İyi
İyi iyi valla iyi
Yağmur iyi onlar iyi
Herkes iyi herkes iyi

Al şimdi bunu sok
En yakın kapakçığına
Bir biz kötüyüz kalbim
Biz kötüyüz onlar iyi!

AH!

Ah!
Durmadan desem doymam durmadan desem durmadan
Özlediğim her yerde ölmüyorsam nedeni Ah!
Kırıldıkça dikleşiyorsam tek bir sebebi var Ah!
Bi medet desem bi Ah! bi medet desem bi Ah!
Ah!
Ah! ki kefaretidir yediğimiz bütün haltların
Ah! ki ne çok kullanıldı hiç hakkı verilmeden
İçimde ulaşamadığım bir yerler kaşınıyor
Susmam lazım biliyorum tek bir şey diyorum, Ah!
Ah! ki niye ordasın ben niye buradayım?
Ah! işte gidiyorum lazım mı başka gerekçe
Ah! dediğim yerde yer sarsılıyor bakın bi
Ah! dedikçe inliyor yağmurun ördüğü duvar
Susun bi, bi susun bi, bi susun
Ah! diyor bakın yağmur. Ah! diyorum bakın ben Ah!
Ah!

Tesirsiz Parçalar 275

275.
Beş yaşımdan beri (ya da yaşından bilemedim şimdi) etrafımda olup biten her şeye şaşırmaktan aklını kaybeden ben... -tam burada uçak uçuyor kısa bir es verin lütfen-
Ha ne diyordum olup biten her şeye şaşan ben, hiçbir şeye şaşıramaz oldum artık. Sevdiğim ata binip gelse şimdi kapıma, hoş geldin der kahve suyu koyarım, o derece mallaştım. Bana göre mallaşmaktan, anneme göre evlenmemekten, babama göre kafam karışık, Veysel'e göre... Ya Veysel çok da siklemez beni. Neyse...
Bir Melek var biliyor musunuz? Bir Melek var. Kızar şimdi neyse...
Üzülüyorum ya ben her şeye. Ota, böceğe, çiçeğe (insan hariç), çocuklar dahil. Canımın sıkıldığı yerde, bir daire çiziyorum kendime oyuncaklarımdan. Ama bir şey eksik, taa bebeliğimden beri hep bir şey eksik hep bir şey eksik hep...
Kafan mı daha karışık saçların mı? Dedi bir adam bu akşam. Sustum öyle, bilemedim ne versem cevap!
Öyle öyle geçiyor işte günlerim, sormayın soru kızarım.
-Tam burada son tramvay hareket etti susun bi-
Hemingway her şeyi tarif eden adam ya hani. Özlemeyi tarif etse ya hadi. Hadi.. Hadi!
Yemedi dimi? Yemez...
Ama ben mesela İsmet Özel olsam "Evi Nepal'de kalmış Slovakyalı bir salyangoz" yazar yazmaz ağlardım.
Fırça yer ağlardım ben. Bir şey denmezdi bana yine ağlardım. Ağlamak huy olmuşsa bende...
Sevdiğimi kırdım galiba. Tren de çarpmaz ki bana.
E hadi o zaman hep beraber Orhan Gencebay dinleyelim.........

Tesirsiz Parçalar 272-274

272.
Yağmura dair söylenebilecek her şeyi birileri söylemiş, yazılabilecek her şeyi birileri yazmıştır. Yine de az gelişmiş bir cümle kurmam gerekirse eğer, iyi yağıyor be mübarek. Bakalım bu kadar kepazeliği temizlemeye yetecek mi gücü?

Ben ömrümde ilk defa boş bakmanın ne demek olduğunu gördüm. Dün akşam ya da yıllar önce. Ne fark eder? Orada, o an ölmüyor ya insan, daha da ölmezmiş gibi hissediyor. Hiç'in ne olduğuyla bir kez yüzleşti mi, kim onu bir şeyleri umursamamakla suçlayabilir? Değer mi dediniz? Onur mu? Aşk mı? Ne? Duyamıyorum? Aşk mı dediniz? Hiç diyorum hiç, boşluk diyorum, boşluğu gördüm diyorum, sikeyim değerini! Al sana Nihilizm'e giriş. Sonra çık çıkabilirsen içinden. (Gerçek bir nihilist olmak istiyorsanız günde yarım saat Cengiz Kurtoğlu dinlemeniz ve farklı saatlerde en az 42 kere ben işe yaramaz bir orospu çocuğuyum diye mırıldanmanız gerekir)

İnsanın canının yanmasından çok daha acı bir şey var, artık canının yanamaması! Orada o an batmadın ya dünya, sana da yazıklar olsun!


273.
Haksızlığınızdan dem vurup, sürekli haksızlık yaptığınızı söyleyip, bunu durmaksızın yapıp sonra haksızlık ettiğinizden şikayet etmesi. Mağdur mağruriyeti gibi görünen şeyin aslında mağrur mağduriyeti olması. Aslında sana dair şikayet ettiği ne varsa hepsine farkında olarak ya da olmadan (ki bu nasıl fark edilmez, nasıl bir bilinçaltıdır?) sahip olması. Neredeyse incitme ve yaralama mütehassısına dönüşmüşken incinmekten ve yaralanmaktan söz etmesi. Seni öfkeden çıldıracak hale getirene kadar sabırla ve bıkmadan bıkmadan bıkmadan uğraşıp, sonra o noktaya gelip delirdiğinde yaptıklarını parmakla gösterip " al işte aslında sen busun" demesi... Oğlum biriniz de şaşırtın lan! Biriniz de şaşırtın beni!



274.
Yalnızlık, kişinin sahip olduğu kitap sayısıyla ölçülebilen, tercih edilmiş bir 'uzak durma' faaliyetidir..



9 Mayıs 2014 Cuma

SAÇLARIMDA DEĞİL ELİM

Kafama dayadığım şeffaf bir silahla oturuyorum
Kimsenin haberi yok, herkes saçlarımla oynuyorum zannediyor
Herkes saçlarımla oynuyorum zannediyor, ben horozu indirip kaldırıyorum indirip kaldırıyorum indirip kaldırıyorum
-Caner, ben onu çok özlüyorum...

İnsanlar bir şeyler anlatıyor insanlar sürekli bir şeyler anlatıyor
Arka çapraz masadaki abi "belli mi olur"diyor "belki daha fazla lazım"
Ne başını duydum lafın ne sonunu duyuyorum
Arka masadaki kadın sessizce sigara içiyor
Nefes alışını duyuyorum içinden ettiği küfürleri
İnsanlar hiç durmuyor hepsinde ayrı bir telaş
"Fatih" diyorum o ara
"Fatih"diyorum, "Soda versene"
Fatih sodayı unutuyor
Fatih kim? Fatih bizim garson
Kızmıyorum Fatih'e, keşke herkes beni unutsa
Annem beni unutsa ben kendimi unutsam
Yatsam bin yıllık uykuya
-Caner, ben onu çok seviyorum...

Canımın yandığı yerde elim tetiğe gidiyor
Şimdi değil sonra diyorum, şimdi değil sonra, sonra
Sonra sonra karışıyor rakı kana
Araya müzik giriyor
"Yari karşımda görsem dalardım hülyaya"
Mezeler giriyor araya, müşteriler giriyor
Sonra nasıl oluyorsa hepsi bir olup
Kaldırıyorlar elimi dizlerimden yukarıya
Elim saçlarıma gidiyor, öyle zannediyor herkes
Kimsenin haberi yok, herkes saçlarımla oynuyorum zannediyor
Herkes saçlarımla oynuyorum zannediyor ben horozu indirip kaldırıyorum indirip kaldırıyorum indirip...
-Caner, ben onsuz ölüyorum...

ATA BİNEN ATA BİNSİN

Ölen ölsün lan tamam ölen ölsün ölen ölsün
Ata binen ata binsin mızıka çalan mızıka çalsın
Acıdan ölünmüyor bak öldüren şey başka bir şey
Buna rağmen ölen ölsün ata binen ata binsin
At üstünde mızıka çalsın ölürken acı çekmesin
Acıyla ata binsin mızıka çalsınlar peşinden
Ata mızıka çaldırsın ölümü acıtsın gülerek
Acı ölümü at sırtında mızıkayla karşılasın
Bana ne lan ölen ölsün bak ölemeyen var burada
Bak ata binemeyen var bak mızıka çalamayan var
Ata bakamıyorum bile üstelik ben Ali'yim
Oğlum manyak mısınız Ali'yim diyorum size
Ali'yim ben üstelik ata bakmak asli görevim
Yine de karışmıyorum ata binen ata binsin
Gidiyorum diyen gitsin valla bak karışmıyorum
Bakın boyunumu eğdim gelmiyor mızıka sesi
Tamam alıştım acıya anladık ölünmüyor
Bakmıyorum ata tamam görevime ihanet ettim
Ölen ölsün ulan tamam ölen ölsün karışmıyorum
Susan sussun giden gitsin ses çıkartırsam ipneyim
Ata binen ata binsin mızıkayı jokeyler çalsın
Park soğuk acı yoğun özledim desem kim anlasın

UĞURLAMA

Kaldırımın kenarına oturduk. Önümüzden araçlar ve insanlar geçiyordu. Saçları iki taraftan yüzüne, yüzü de yere döküktü. Ve öyleyken de çok güzeldi. Çok. Ağlayacak zannettim. Ağlasaydı ben de ağlayacaktım. Ama o gülmeye başladı. Kahkahalarla gülmeye... Umutsuzluğunu güldü önce, sonra korkularını güldü, sonra benimle ne yapacağını bilmediğini güldü. Ben de bilmediğimi sustum bir süre. Peşinden de seni seviyorumu sustum. Gözleriyle ne yapıyoruz biz diye yazdı gözlerime. Sıkıca yumdum gözlerimi. Açtığımda ayaktaydı. Ben de kalktım. Konuşmadan yan yana yürüdük. Yolun sonuna geldiğimizde kahven var mı dedim. Varmış. İçtik. Huzurla baktık ara sıra birbirimize, sıklıkla da bardaklara. Uzun süredir ilk kez canım bu kadar az yanıyordu. Kahve hiç bitmesin isterdim. Ama bitti. Az önce yakaladığım huzura sarılarak usulca doğruldum. Kapıda bir kez daha seni seviyorum dedim. O da hoşça kal dedi. Ya da güle güle. En çok o an aşıktım ona. O kadar aşıktım ki uğurlarken ne dediğini bile tam olarak duyamadım...

Tesirsiz Parçalar 266-271..

266.
Michel Foucault, "Neden her kişi kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin? Neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın?" diye sorar bir yerlerde. İyi ya da kötü yaşam değildir tabi kastettiği. Rezil bir yaşam da sürseniz bunu bir sanat eseri haline getirebilirsiniz, yeter ki rezilliğiniz size has, sadece sizin becerebileceğiniz türden bir rezillik olsun.

Aynı Michel Foucault,"Bugünlerde amacımız ne olduğumuzu keşfetmek değil, ne olmuş isek onu reddetmek olmalı." diyerek de reddin ve inkarın (buradaki inkar düz inkar değil tabi, bir tür ontolojik inkar) insanın asıl gerçeği kavrayabilmek için tek seçeneği olduğunu söyler.

Ve yine sevgili Michel Foucault, "Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir." şeklindeki muazzam tespitiyle hepimizin ağzına sıçar ve gülümseyerek çekilir. Kurban olduğumun keli, sağ olsaydın da ikişer duble rakı içseydik seninle, beni bir tek sen anlardın be Foucault...



267.
Herkes gider
Ne?
Bilmiyor muydun sanki
Sevgili kalbim!
Neden hala apartman boşluğunun
gün ışığı görmeyen penceresinde
kuş sesleri beklersin..



268.
Susmak mesele değil. Susar insan. Başka çaresi yoksa susar. Haksız olduğu için susar bazen, bazen de haksızlık karşısında susar. Çok konuşmuştur vaktinde o yüzden susar. Ya da hep susmuştur, üşeniyordur konuşmaya o yüzden susar. Susmak mesele değil. Ama söyleyeceği şeyler içinden boğazına kadar yükselmişse, istediği için değil mecbur kaldığı için susuyorsa o zaman susmak ızdırapların en büyüğü olur. Diline kadar gelen ve dışarı çıkamayan söz, en acı zehir gibi ruhunu yavaş yavaş çürütür...



269.
Düşün.. Hiçbir yere sığamamış ve sikik bir parka sığınmışsın. Üç tane sigaran ve bir kutu biran kalmış. Bakkallar kapalı. En yakın benzin istasyonu ebesinin amında. Üstelik orada da sigara var ama içki satılmıyor. Ne yaparsın? Normal insansan yatar uyursun. Biraz sıkıntılıysan eve gidip çay falan koyarsın. Ama kafayı yemiş bir ruh hastasıysan önce sigaraları ikiye bölüp altı tane sigaran varmış gibi, biranın yarısını da boş bira kutusuna döküp iki tane biran varmış gibi düşünüp, bunu yaklaşık on dakika düşünüp kendini iyice inandırırsın ve bu esnada da Ferdi dinlersin. Evet evet, Ferdi şart...



270.
Ben herhangi bir şeyi asla yapmam demek kadar aptalca bir şey yok. Bir an, tek bir an gelir, biri çıkar karşına, inandığın, güvendiğin ne varsa hepsinin iki dakikada ağzına sıçar, kendisini yerin dibine sokar seni de aşağılık bir sürüngen haline getirir. Ve bütün bunlar tek bir anda olabilir. İnsan değil miyiz amına koyim en iyimiz yerin dibine batsın!



271.
Müptezelim müptezelsin müptezeliz
Ah!