Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Nisan 2013 Pazartesi

KORKU..



Birbirimize soracağımız o kadar çok soru, konuşmamız gereken o kadar çok konu vardı ki biz çareyi susmakta bulmuştuk. Hem korkuyorduk da, göz göze geldiğimiz birkaç saniyeden anladığım kadarıyla. "Benim sorularıma cevap verir de sıra ona gelirse?" korkusu vardı üstümüzde muhtemelen. Ya da sadece bende vardı, onu dahil etmeden. Zaten hiç anlayamamışımdır gözlerini, ya onlar yalan söyler ya da ben gerçeklerden kaçıp yalanlara sığınırım. Onun için sadece bende vardı herhalde bu korku, yıllar öncesinden miras kalmıştı hem de. Rakamların yerini harflerin aldığı bir matematik dersinde ilk kez "anlamadım" dedim, ömrümde ilk kez anlamak istediğim halde anlamadığımı birisi anlasın istedim, anlamadı. "Nesi var bunun anlaşılmayacak, gel tahtaya" dedi, gittim. Orda da anlamadım; oturmak ya da ayakta olmak değildi bunun nedeni, ben harflerle matematiği bağdaştıramamıştım, anlamamıştım. O günden sonra vazgeçtim anlamadıklarımı sormaktan. Nasılsa "o" anlardı, ona inanır, aldanırdım. Anlamadığım anlaşılmasındı, aldanmaya razıydım.

"Şehre mega hafıza uzmanı gelmiş, konferanslar verecekmiş, duydun mu?"

dedi, evet gerçekten söyledi bunu. Onca sorunun, geçen onca zamanın muhasebesi bitmişti, maga hafıza uzmanından konuşalım istiyordu.

"Biz çocukken çıkardı ya televizyona, hani seyircilerle oyunlar oynar hafızasının ne kadar güçlü olduğunu gösterirdi"

Aferin ona. Bu nerden çıktı demedim, ben de sarıldım bu gereksiz konunun gittikçe zayıflayan kollarına suskunluğun kuyusunda daha da derinlere düşmemek için:

"Hayret" dedim, "benim ufalıp küçülmesini hatta yok olmaya yüz tutmasını istediğim şeyin, hafızanın ve hatırlamanın, gelişmesi genişlemesi için insanlar uzman oluyor, uzmanları dinliyor."

Anladı, üstelemedi. Ama anlamasın isterdim, sorsun, ben de "ne var bunda anlaşılmayacak" deyip hazırlıksız yakalayayım isterdim, belki de rahatlardım. Olmadı, sormadı, sormadım.

"Ben balık hafızalı olmak istiyorum" dedim saniyeler sonra. İçimde kanatılmayı bekleyip tatlı tatlı kaşınan bir yara vardı, açılsın istiyordum. "Her gördüğüm yeri ilk kez gördüğümü sanıp sonra alışmış olmak, her şeyi önce öğrenip sonra unutmak, akvaryumumu her turumda yeni evimmiş sayıp sağa sola giderek güzelliğine iç geçirmek, süs olsun diye konulan köprünün altından üstünden geçmek ve bunların hepsini yaparken hepsini aynı anda unutmak, beni izleyerek huzur bulanların huzurumu kaçıranlar olduğunu hemen unutmak..."

Yine olmamıştı, tuzağa düşmemiş, neden diye sormamıştı.

Ben de soramam korkarım sıranın bana gelmesinden. Cevaplarından korktuğum sorular var, ne olurdu tuzağa düşseydi?

Bir ben miyim acemi kalan?

3 yorum:

  1. sen yaşamaya eğretisin. senin olduğun yerde, tedirginlik mevcut. ruhun gidelim derken, hayat kal der gibi. sana kimse yardım edemez. iki kişilik değil dünyan tek kişilik. ama acıların iki kişilik. oysa ki içten içe biliyorsun, sen de bi el uzansın ve umutla uyanayım istiyorsun. ama zor değil mi. zor. insanın umut edebilme güdüsünü kemiriyor insanlar. ah bu insanlar.

    YanıtlaSil
  2. “Yazar olmanın güçlüğü buradaydı, asıl güçlüğü-boş zaman, fazlasıyla boş zaman. Yazabilmek için içinde bir şeylerin birikmesini beklemek zorundaydın. Ve beklerken deliriyordun, delirirken içiyordun ve içtikçe deliriyordun. Yazar veya ayyaş olmanın gıpta edilecek hiçbir yanı yoktu.”

    günümüzün bukowski'si olabilirsin. biraz daha alkol, hepimize iyi gelecek. :)

    YanıtlaSil
  3. Aslında sen de acemisi değilsin bu muammalarin, hatta ustası bile olmuşsundur belki. Sen kaldırılmak istiyorsun o da kandırmak. Ve öyle de oluyor ama tek farkla o ertesi gün unutuyor sense burada kazık cakiyorsun zamana.

    YanıtlaSil