Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Aralık 2012 Pazartesi

Tesirsiz Parçalar 168..

168.

Çaresizliklerin en büyüğü bir yalana yalan olduğunu bile bile inanmak, inanmak zorunda kalmak ya da inanır gibi yapmaktır. Yalanı ortaya çıkarmak kolaydır aslında. Zaten er geç ortaya çıkar. Hangi yalan sonsuza kadar devam edebilir ki? Bazen sorulacak tek bir soru, edilecek tek bir laf gerçeği bütün çıplaklığıyla seriverir ortaya. Ama sen ne o lafı edebilir ne de o soruyu sorabilirsin. Çünkü duyacağın şey bellidir. Ellerinle kurduğun ve yoktan var etmeye çalıştığın iki kişilik dünyanın o an başına yıkılacağını çok iyi bilirsin. Susarsın o yüzden. Yalan olduğunu bile bile inanırsın..

29 Aralık 2012 Cumartesi

GÜN DOĞUMU ŞİİRİ


Sen bir şeysin işte, incesin
Gün aydıransın, yüz güldüren
-İnce belli çay bardağı-
En geniş zamanlarda beraber içilen rakının
ilk yudumusun.
Ses titretensin, hayal kurduran
Uykularını kaybetmiş gözlerimi
En güzel rüyalarla uyutansın..

Bir şeysin işte sen, bir kendine benzeyen
Ay ışığı gibi serin mavi bir ışık
-Yoksul evlerinde kurulan kuzine-
Baharı selamlayan kardelenler gibisin
Koparmak en büyük günah..

Şey gibisin işte şey, tarif edemediğim
Ruh sağaltan, iç gıcıklayan
Ev yapımı şarapsın, içmelere doyulmayan
Boyacı çocukların tırnak aralarına
saklanmış umutsun, ekmek parası kadar aziz.
Heyy ! Sen, gün doğuran
Kutlu olsun gün doğumun..

23 Aralık 2012 Pazar

Tesirsiz Parçalar 167..



167.

-Hissedilir mi enlem farkı?-

Adam kadından uzaktaydı. Mesafeyle ilgili teknik bir problem. Bir şekilde üstesinden gelinebilecek bir şey..
Kadın ise adama uzaktı. Coğrafi uzaklıkla ilgisi olmayan metafizik bir problem. Kolay kolay üstesinden gelinemeyecek bir şey..

22 Aralık 2012 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 166..

166.

Ölüyoruz işte. Yavaş yavaş ölüyoruz. Ama bazı geceler farkında olmuyoruz bunun. Hayata kaptırır gibi oluyoruz kendimizi. (Hayata kaptırmak, ne tuhaf laf). Kendimizi olduğumuzdan çok daha güçlü zannediyoruz öyle zamanlarda. Oysa durum tam tersi. O kadar zayıfız ki aslında. Hayatın neon ışıkları kendisine doğru çekiyor bizi. Karşı koyamıyoruz. Kendimizi, herkes gibi bir şey zannediyoruz. Onlar gibi, onlardan biri gibi karışıyoruz aralarına. Aklımızdan geçmeyen şeyler yapıyoruz sonra. İddialı laflar edip, kendimizi vazgeçilmez gibi görüp, öfke,şefkat, kıskançlık, sevgi, nefret gibi zıt hislerden tek bir his yaratıp aklımızın ve kalbimizin kontrolünü o hisse bırakıyoruz.. Sonra bir yerlerde, ağaran şafakla birlikte ağır ağır kendimize gelip, kendi gerçeğimizle yüzleşiyoruz derin bir pişmanlıkla. Ölüyoruz işte. Yavaş yavaş ölüyoruz.. Tek başımıza..

20 Aralık 2012 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 165..

165.

Her durumda anlaşmak ve uyum içinde olmak bazen problemin bizatihi kendisi olabilir. Yan yana duran ve birlikte aynı yöne bakan insanlar mutlu ve uyumlu olduklarını düşünürler. Ama bir şeyi ıskalarlar. Birlikte aynı yöne bakarlarken birbirlerini göremediklerini fark edemezler. Mutluluk ve uyum zannettikleri şey onları birbirlerine kör etmiştir. Oysa evrendeki tek değişmez yasa olan her şeyin zıttıyla müsemma olduğu gerçeği de şunu gösterir ki yanınınızdakini görebilmeniz için zıt yönlere bakmanız gerekir..

18 Aralık 2012 Salı

Feda!

Kaç zamandır aklımdaydı çocukluğumun Beşiktaş'ıyla ilgili bir yazı yazmak. Bugüne kısmetmiş..
Az önce Beşiktaş Tv.de başkan Fikret Orman'ı dinledim. Feda'dan bahsetti yine. Beşiktaşlılık duruşundan, değerlerinden, taraftarın biraz daha dişini sıkması gerektiğinden vs. bahsetti..
Yazdıklarım muhtemelen sana ulaşmaz sayın başkan. Olsun. Ben içimi dökeyim yine de. Küçücük bir çocuğun feda öyk
üsünü anlatayım sana..
89-90 sezonu. 10 yaşındayım. Beşiktaş'ım şampiyon.. Ezbere sayarım hala kadroyu (Engin,Recep,Kadir,Gökhan,Ulvi,Rıza,Feyyaz,Mehmet,Mutlu,Ali,Metin) Farkettiniz mi hiç yabancı yok. Neyse, ertesi gün Sabah gazetesi şampiyon kadronun posterini verecek. Büyük boy. Kuşe kağıt. Gazete şimdiki elli kuruş civarı bir para. Tam bir simit parası. Günlük harçlığım da o kadar. Öğle yemeğim yani. Elbistan'da oturuyoruz o zaman. Ben dahil üçü okula giden dört kardeşiz. Babam işçi, tek maaş, ev kira, bize verebileceği günlük harçlık da malum. Bir simit parası. Evimiz ilçenin kenar mahallelerinden birinde ve mahallede gazete bayisi yok. Çarşıya gitmem lazım. Erkenden gitmem lazım yoksa gazete biter. Evimiz çarşıyla okulun ortasında. Ders yedide başlıyor. Okula gitmezsem babam oyar, o posteri alamazsam da kendimi öldürürüm. Çalar saat bile yok evde, annemin refleksleriyle uyanıyoruz. Ne olur ne olmaz diye sabaha kadar uyuyamadım. Beş gibi evden çıktım. En az kırk beş dakika yürümem lazım. Cebimde bir simit parası, babam kızar diye kimseyi uyandırmadan çıktım evden. Güneş bile doğmamıştı daha.. Korka korka yürüdüm. Tek ve son paramı adama uzatıp gazeteyi aldım. Poster içinde. Attım gazeteyi bir kenara. Posteri açtım, hiç unutmuyorum ilk iş uzun uzun kokladım niyeyse. Baktım sonra bir süre. Sonra kat yerlerinden katlayıp koynuma soktum. Yağmur başlamıştı hafiften. Bir saatten fazla yürüyüp son anda derse yetiştim. O öğle bir şey yemedim. Her tenefüs posteri çıkarıp tek tek Metin'in, Ali'nin, Feyyaz'ın yüzlerine baktım. O gün hiç acıkmadım..
Velhasıl sayın başkan, ben yirmi küsür yıl önce yapacağım fedakarlığı yaptım. Ve biliyorum ki bu ülkede hala on yaşında çocuklar son paralarını verecek kadar seviyorlar takımlarını. Yeter ki siz işinizi yapın. Futbolu kirletmeyin. Futbol en çocuk çocuk gözüyle güzeldir ve masumiyet gerektirir unutmayın..

16 Aralık 2012 Pazar

Tesirsiz Parçalar 164..

164.


Alışkanlıklara inat alışılmadık bir şey yap
bir güvercin al mesela eğit onu güzelce
sonra bir pusula iliştirip kanadına
yolla ta ordan buraya korkma yakalayabilirim..
Bir şey yapsana haydi herkes bundan etkilensin
haklı bir eylemin tam ortasında mesela
kocaman bir pankart aç üstünde adım yazsın
hakkında yapılacak lümpen eleştirisini boşver
eski solcuyum ben seni anlayabilirim..
Alışık olmadığım bir şey yap artık ne olur
köpeklere gösterdiğin şefkati bana da göster
Sevsene mesela beni alışmadığım şekilde
belki sen seversen beni kendimle barışabilirim..

15 Aralık 2012 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 163..

163.

Bir insana verdiğiniz değerin, onun gerçekten değerli olmasıyla ya da bunu hak edip etmemesiyle hiç ilgisi yoktur. Değer vereceğiniz insanları kendiniz seçersiniz ve bunu yaparken çoğu zaman ne durumda olduklarına aldırmazsınız. Bunun adı tam olarak 'değer yüklemesi'dir. Yani ona verdiğiniz değerin kaynağı siz olduğunuz için asıl değerli olan karşınızdaki değil sizsinizdir. En azından bir süre öyledir. Ama şunu da göz ardı etmemek gerekir. Birine gereğinden fazla değer verirseniz eğer (artık sürekli kendinizden verdiğiniz için) siz değer kaybetmeye başlarsınız ve onun gözünde ona verdiğiniz değer ölçüsünde değersizleşirsiniz. Soylu ve tutkulu başlayan pek çok yakınlaşmanın son derece sefilce sonlanmasının en büyük nedeni de işte bu durumdur..